30 Nisan 2013 Salı

İÇİMDE BİR DÜNYA VAR; SENLE DOLU

Neler neler diyor kalbim, beynim, ruhum... Öyle bir tartışıyorlar ki bu üçlüyü durdurmak ne mümkün.Ben sus diyorum. Susturuyorum. Öylece kalsın, dağınık, soğuk, ıssız...

Oysa ne umutlu başlamıştı aşk masalı. O masal demese de sonradan anladı masal olduğunu. Soğuk kıyamet yapıştı sol yanına. Bir türlü kurtulamadı. En çok da Ekimde ağladı... Sonbaharın tam ortasında, ömrünün baharının tam ortasında. Ağla ağla içini dök dedim ona. Ya ne deseydim. SUS diyebilirdim. Sadece SUS... Ders al, unut ve sus. Öyle yaptı. Şimdi mutlu sanırım, tam emin olamasam da...

Seyret dünyanın güzelliğini. Seyret ve şükret. Bütün bunları yaratan, ve bütün bu güzelliği görmeni sağlayan Yüce yaratıcının kulusun... Kimse seni sevmese bile O seni çok seviyor. Bunu biliyorsun değil mi?

O zaman her yeni güne umutla uyanmak varken canını sıkma dostum. Düşünsene seni seven, seni senden daha iyi bilen Tanrı, senin çekemeyeceğini düşündüğü, kaldıramayacağın bir dert verir mi?

Ne yap şimdi biliyor musun?

Biraz sus... Bu lafım kime? Belki kendime, belki sana. Belki de O'na. Aslında hepinize, hepimize. Çünkü çoğu zaman susmayı yeğleriz. Sebebi ise yalan söylememek! Doğruları söylemek istemediğimizde susarız.


Susmak kadar anlamsız bir şey yok ama ne yazık ki sürekli susarız. Karanlıklardan şikayet ederiz; ‘’çekilin yolumdan’’ diye. Sen daha kendine hesap sorup, susturamazken kendini, karanlığa karşı nasıl böyle cesaretli olabiliyorsun? Susman gereken yerde konuşuyor, konuşman gereken yerde susuyorsan; kusura bakma karanlık ne yapsın? Yalanların içinde kayboluyorsan, halen daha kaybolmaya devam ediyorsan yine kusura bakma ki bu senin seçimin. Sebebi açık. Bu bir isyan, isyandan geri kalan ise YALAN.

Yalan bir SEN, Yalan bir O, Yalan bir DÜNYA, Yalan bir RÜYA, Yalan bir HAYAT... Her şey yalan olunca ne kalacak geriye. Kime güveneceksin. O en güvendiğini bile aldıysa Tanrı, kime güveneceksin benden başka?

Biraz sus! Geç oldu… Ağzını boş laflarla doldurmandaki pişmanlıklar vakti geldi. Sen şimdi yanlış bir hikayenin ortasında kalmışsın. Ne susabiliyorsun bu hikayede, ne de kendini duyurabilecek kadar konuşabiliyorsun… Sende bilmiyorsun nasıl böyle olduğunu, nasıl buraya geldiğini. Az önce söylediğim gibi isyandan geriye kalan yüzünden; YALAN.

Artık sen de ne yapacağını bilmiyorsun değil mi?

Sana bir sır vereyim o zaman; ‘’Gözlerini sadece bakmak ya da görmek için kullanma.’’ Bu sırrı herkes bilmez. Kadrini kıymetini bil. Bu sırrı çözersen işte beni de çözersin. Gerisi zaten çorap söküğü.

Neden uğraştırıyorsun da söylemiyorsun diyorsun; öyle mi? Ben onları söylersem alırlar seni benden. Duymasınlar, bilmesinler diye söylemiyorum. Ama bekliyorum. Eğer bu sırrı çözersen göreceksin ki ta baştan beri...... neyse artık veda vakti.

Ben mi? Ben; Nasıl girdiğimi bilmediğim, çıkışının da olduğundan şüphe duyduğum, karanlık bir tünel içindeyim… Korkmuyorum! Sonundaki ışığı görmesem, seni bilmesem, kendimi bilmesem korkardım. Tek başımayım sanma. İçimde koca bir dünya var senle dolu...

Hadi gel çıkışta bekliyorum...

18 Nisan 2013 Perşembe

AŞK DİLE GELSE

Nerde o eski günler der dururuz sürekli. 90'lar, 80'ler, 70'ler der dururuz. o zamanlar çok şeyden şikayetçi olsak bile, hani geçtiya o günler şimdi ararız.

Gelen gideni aratır misali. Gelen yıllar hep giden yılları arattı. Hiç birşey eskisi gibi değil artık!

Zaman değişti, insanlar değişti, toplum değişti. E tabi çelikte değişti diyerek espri anlayışımızın bile değiştiğini üstüne basa basa belirtmek isterim.

Bu değişim bazı yönlerden iyi gibi gözükse de aşka hiç yaramadı! Sevgiye, saygıya, sadakata, görgüye hiç mi hiç yaramadı...

Şimdi deli gibi kaçıyoruz aşktan. Korkuyoruz ve itiraf etmeliyiz ki çoğu aşkı küçümsüyoruz. Çünkü hiçbiri gerçek değil! Hepsi yapmacık!

Neydi aşk: Bencil olmamaktı, kendinden çok başkasını sevmekti, saygıydı, görgüydü, sadakatti, medeniyetti AŞK...

Şu an düşünüyorum. Dünyada insanların sorunlarını, dertlerini, tasalarını, sevinçlerini, çözülememiş, sebebi açıklanamamış, çoğu insanı yakmış kül etmiş bir kelimeye geliyor sıra : AŞK! Ve düşünürken: tıkanıyorum, konuşamıyorum, nefes alamayacak gibi oluyorum.

Bu çok özel bir kelime herkesin dilinde sakız ne yazık ki, hak etmediği muameleyi görüyor. Yoruyorlar aşkı, kirletiyorlar aşkı, ordan oraya savuruyorlar. Aşk bitip tükenmiş, değersizleşmiş sanki. Yalan olanlardan kaçamıyor, herkes onun arkasına sığınıyor.

Yaşamadığı şeyler hakkında onu suçluyor, onun adını veriyorlar. Bir tek suçlu var o da AŞK diyorlar.

Aşk çaresiz susuyor ve diyor: Ben suçlu olmaya hazırım ama ortada benim adımı söylettirecek bir duygu yok!

Bu kadar basit mi diyor, insanlardan korkuyor. Artık sahici bir şeyler istiyor ama yok! Bitmiş, tükenmiş.

Teknoloji gelişmiş, insanlar değişmiş beni yok etmişler! diyor. Artık unutulmuş aşk! Aşkın edebi, terbiyesi acımasızca unutulmuş, yok edilmiş.

Bunlar geçiyordu beynimden tek tek bir hışımla. Yorulmuyordu beynim, üsteliyordu. Cevaplanmamış sorulara bir cevap bulmaya çalışıyordu. Olmuyordu ya ama olmasa da deniyordu işte.. En güzel, en gerçek aşk nasıl sorusu geldi aklıma.

Bir sürü şey düşündüm: aşk dip dibe yaşamak değildir illaki. Aşkın ne zaman geleceği belli olmaz. Aşkın mantığı olmaz! Konuşulmadan yaşanan şeydir aşk, derken derken insanın hiç görmediği birine de aşık olabileceğini düşündüm. Tanımadığı, hayalindeki birisine belki.

Ya da uzaktan uzağa sevdiği birisine. O kişi bunu bilmiyor olabilir. Ama o ona en güzel duyulan aşk duygusunu besliyordur. Gösterişsiz, kendi içinde. Masum... Diğer insanların ki gibi kirlenmemiş, değişmemiş, itici bir hale gelmemiş bir aşkı.

Öyle derinlemesine yaşıyordur ki hem de; herkesten daha çok, daha gerçek. Bu acının kutsal olduğunu bilecek kadar şuuru yerinde, ama bir o kadarda acıyla yandığı halde sevmekten vazgeçemeyen bir deli gibi.. . Konuşmadan, anlatmadan kendi içinde kavrularak belki. Sevgisini anlatıp kirletilmesinden korktuğu için, onu kimselere anlatmaya kıyamadığı için yaşanan aşktır belki.

Böyledir aşk dedikleri şey. Herkes aşık olamaz, zırt pırt aşık olunmaz. Yanılmaz... Tehlikelidir aşk, acıdır. Sonunun ne olacağı hiç belli olmaz. Akla gelen her kişiyle aşk yaşanmaz. Zorlamayla olmaz aşk! Rolsüzdür, gösterişsizdir aşk. Kendini çok seven bir insanın yaşayamacağı şeydir aşk. Asildir, öyle saf ve durudur ki hiç bir art niyet aranmaz.

Herkes aşık olduğunu sanır, Yanılır. Aşk böyle olmaz, böyle yaşanmaz. Onu yaşayan ve yaşatan çok azdır. Hele günümüzde neredeyse hiç kalmamıştır. Yani aşk eski bir değerdir bizim için. Çünkü onun efsaneleri, gerçekleri ne varsa eskilerde kalmıştır.

Şimdi herkesin dilinde bir aşk var. Şarkı sözlerinde, laçkalaşmış insan yaşamında sürekli aşk. Güya herkes aşık, herkes çok kötü bir durumda. Herkesin dilinde, ordan oraya sürüklenip duruyor. O kadar çok yerdeki adı, o kadar çok gözümüze gözümüze sokulmaya çalışılıyor ki... Herkes aşık olduğunu söylüyor, acısını reklam yapıyor. Aşk kirleniyor.

Her yer sadece adı aşk olan şeylerle dolu. Onu gerçek anlamda yaşayanlar neredeyse hiç yok! Ne varsa aşk aşk aşk... Bu kadar basit mi, bu kadar kolay mı aşık olmak? Sen durmadan aşkını, sevgini ağzına alıyorsun. Dünyaya gösteriyorsun. Saçma sapan şarkı sözlerinde, şiir dizilerinde yaşatıyorsun.

Ne çok aşk yaşayan var ama gerçekten yanan, kavrulan yok! Gerçekten aşık olan insanın ağzında bu kadar aşk kelimesi olmaz! Aşkın en güzeli, en gerçeği içte yaşanır. Anlatılmaz ki... Heyecandır aşk. İki üç günlük aşklar için oyuncak olmayı hakkeden bir şey değildir aşk.

Anlayamıyorum bu kadar masum, özel, söylenmesi zor olan bir kelimeyi insanlar nasıl oldu da bu kadar basit hale getirdi? Yaşanması çok zor olan bir şeyi insanlar nasıl oldu da bu kadar kolay bir hale soktu?

Ne zamandan beri insanların aşk kelimesinden midesi bulanır hale geldi. Aşkla ilgili şarkı yapmak, şiir yazmak bu kadar basit bir iş miydi. İpini koparan asıldı aşka. Reklam malzemesi haline getirdi. Gösteriş meraklısı insanların, anlayamadığı duyguları yaşadığı sanılıp yok edildi. Artık bu yaşanan aşklardan midem bulanıyor...

Çaresizim, elden yapacak hiç bir şey gelmiyor. Fare gibi öyle bir yayılmışlar ki toplumun içine bulamıyorsun, bulsanda bir şey yapamıyorsun. Ne bir engel koyabiliyorsun ne bir çare bulabiliyorsun.

Aşkı hak etmeden yaşayan, yaşadıklarını sanan insanları izliyorsun. Biliyorsun bunun sadece adı AŞK.

Ama hiç biri gerçek değil...


SENİ SEVİNCE ANLADIM...



Ve Can Yücel'in müthiş bir yazısını uyarlayarak devam ediyorum.

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını, kendimi bulduğumda anladım. 
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, Kendi yolumu çizdiğimde anladım.. 
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil.. Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım..
Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış, Aşk peşinden neden yalın ayak koştuğunu anladım.. 
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden, Neden hiç ağlamadığını anladım..
Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş, Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım..
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği, acıtabilirmiş, Çok acıttığında anladım..
Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını, Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım..
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet, Yüreğini elime koyduğunda anladım..
”Sana ihtiyacım var, gel ! ” diyebilmekmiş güçlü olmak, Sana ”git” dediğimde anladım.. 
Biri sana ”git” dediğinde, ”kalmak istiyorum” diyebilmekmiş sevmek, Git dediklerinde gittiğimde anladım..
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş, her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan, Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım..
Özür dilemek değil, ”affet beni” diye haykırmak istemekmiş pişman olmak, Gerçekten pişman olduğumda anladım..
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş, Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış, Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım.. 
Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi, Beni af etmeni ölürcesine istediğimde anladım..
Sevgi emekmiş, Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş… Seni sevince anladım.