28 Haziran 2012 Perşembe

YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...


Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek, birlikte ağlamak, gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elindeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara, aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine dost kalmaya çalışmak senin yüzüne. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?

Nereden bileceksin?
Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken. Kıskanmazdım.

Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda sarhoş olmazdım.

Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize...
Ve her kulaçta haykırırdım seni..
Ama sen hiç benimle olmadın ki...

YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...

BİR EVLİLİK HİKAYESİ!



Bu akşam eve geldiğimde Eşim Akşam yemeğini servis ediyordu. Elini tuttum ve ona söyleyeceğim şeyler olduğunu söyledim. Masaya oturdu ve sessizce yemeği yemeye başladı. Ve yine Gözlerinde o korkuyu gördüm.

Bir an da kasıldım ağzımı açamıyordum ama düşüncelerimi söylemem lazımdı. Ben boşanmak istiyorum. Sinirlenmedi Sözlerime karşılık vermedi, sadece sebebini sordu.

Bir cevap veremedim ve buna çok sinirlendi elinde ki Çatal Bıçakları fırlattı. Bana bağırdı ve Adam olmadığımı söyledi. Bu akşam tek kelime konuşmadık. Eşim bütün Gece ağladı. Farkındaydım Evliliğimiz ne olacağını merak ediyordu, ama onu tatmin edecek bir şey söyleyemeyecektim. Ben Tuğba'ya aşık oldum, eşimi sevmiyorum artık.

Bu vicdan azabıyla bir Evlilik sözleşmesi hazırladım, Evi, Arabayı ve Şirkettin 30% ona verecektim. Sözleşmeye kısa bir süre baktı ve yırttı. 10 yıl hayatımı paylaştığım bu Kadın bana yabancı olmuştu. Onun harcadığı zamana ve enerjiye üzülüyordum, ama geri dönemezdim, Tugba'ya çok aşık olmuştum. Sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı, bu benim beklediğim bir tepkiydi. Onun ağlaması benim hafiflememe sebep olmuştu. Bir süredir aklımdan geçiriyordum boşanmayı, bu fikir bende saplantı haline gelmişti ve şimdi bu duyguyu daha da güçlü hissediyordum ve doğru karardı.

Bir sonra ki akşam eve geç gelmiştim ve Eşimi Masada yazı yazarken gördüm. Çok uykum vardı ve Akşam yemeğini yemeden uyumaya gittim. Tuğba ile geçirdiğim o kadar saat beni yormuştu. Bir ara uyandım ve onu hala yazı yazarken gördüm Masa da. Ama bu benim Umurumda değildi ve başımı çevirip uyumaya devam ettim. .

Ertesi sabah bana Şartlarını yazı halinde sundu. Benden hiç bir şey istemiyordu, sadece boşanmamızı ilan etmek için 1 ay müsaade istedi ve bu zamanda normal bir Aile gibi davranmamızı istedi. Bunun sebebi Oğlumuzun 1 ay sonra Sınavların olması ve bu dönemde ona bu yükü bindirmemekti. Bu kabul edilebilinir. Bir şey daha vardı, benden onu Evlilik Gecesinde onu kapıdan içeriye nasıl taşıdığımı hatırlamaktı, ve 1 ay boyunca her sabah onu Yatak odasında Kapıya kadar taşımamı istedi. Kafayı yediğini düşündüm, ama son günlerimizin iyi geçmesi acısından, kabul ettim.

Sonra bu şartlardan Tuğba'ya bahsettim, yüksek ses ile gülüp bunun çok saçma olduğunu ve eninde sonunda Boşanmayı kabul etmek zorunda kalacağını söyledi.

Eşimle boşanma konusunu açtığımdan beri Fiziksel temasta bulunmadık. Bu sebepten ilk gün onu kucağıma alıp kapıya götürdüğümde tuhaf bir duygu yaşadım. Oğlumuz arkamızda duruyordu ve alkış yapmaya başladı 'Babam Annemi kucağında taşıyor' bu onu çok sevindirmişti, Sözleri canımı acıtmıştı... Yatak odasından Evin Kapısına kadar 10 metre taşıdım. Eşim gözlerini kapattı ve kulağıma' Oğlumuza boşanmamızdan bahsetme' diye fısıldadı. Bende başımı öne eğerek tamam dedim, ve içime bir üzüntü çöktü. Kapı önünde onu bıraktım Eşim Otobüs durağına gitti ve onu İşe götürecek olan Otobüsü bekledi. Bende tek başıma Ofise gittim.

2. Gün bu oyunu oynamak bize daha kolay gelmişti. Eşim başını Göğsüme yasladı, ve onun kokusunu duydum. Birden Eşime uzun süredir bakmadığımı anladım. Ve onun Evlendiğim zaman ki kadar Genç olmadığını fark ettim. Yüzünde hafif çizgiler oluşmuş saclarına ak düşmüştü. Gecen yıllar öylesine yanından geçmemişti, O an kendime ona bununla neler yaptığımı sordum.

4. Gün onu kucağıma aldığımda bir güven duygusu yaşadım. Bu bana Hayatının 10 yılını Hediye eden Kadın.

5. Gün bu güven duygusu daha da büyümüştü. Bundan Tuğba'ya bahsetmedim. Günler geçtikçe onu taşımak daha da kolaylaşmıştı, belki de bu sayede yaptığım antrenman dan dolayıdır bu.

Bir Sabah onu ne giyeceğini düşünürken izledim. İsyan ederek her gün kıyafetlerin biraz daha bol geldiğini söyledi. Birden onun ne kadar süzüldüğünü ve kilo verdiğini fark ettim. Demek ki onu her sabah daha kolay taşıyabilmemin sebebi buydu. Birden yüzüme yumruk gibi vurdu. Bu kadar Acıyı ve Üzüntüyü Kalbinde taşıyordu. Farkında olmadan başını okşadım. O an Oğlumuz da geldi ve ' Baba Annemi taşıman lazım ' dedi. Bu hayatımızın bir parçası olmuştu, Babasının Annesini odadan Kapıya taşıması. Eşim Oğlumuzu yanına çağırdı ve ona sıkı sıkı sarıldı. Ben başımı cevirdim, son anda kararımdan vazgeçmek istemiyordum. Onu kucağıma aldım ve Yatak odasından Kapıya kadar taşıdım. Elini enseme koymuştu ve ben onu sıkı sıkı tutmuştum. Tıpkı Evlendiğimiz gün gibi.

Artık Huzursuzlaşmıştım bu kadar kilo vermesinden. Son Gün onu kucağım da taşıdığımda hareket etmedim. Oğlumuz okuldaydı ve Eşime Hayatımızda ki yakınlığın ne kadar eksildiğini söyledim. Ofise gittim arabadan fırladım kapıyı kilitlemeden bunun için zaman yoktu. Her anın kararımı değiştirmesinden korkuyordum ve Merdiven den yukarı koştum, yukarı varınca Tuğba kapıyı actı. Ona Karımdan boşanmayacağımı söyledim.

Şaşkın bir ifadeyle elini anlıma koydu ve ' Senin ateşin mi var' diye sordu. Üzgünüm Tuğba ama ben artık boşanmak istemiyorum dedim. Evliliğimizin renksiz kalması sevgi eksikliğinden değil, birbirimizin değerini unuttuğumuzdan dı. Şimdi aklıma geldi ki, ona Evlendiğimiz Gün kapıdan içeri taşıyınca ömrümün sonuna kadar Sadakat yemini verdiğimi........ Tuğba olayı anlayınca yüzüme bir tokat attı ve kapıyı kapatarak ağlamaya başladı. Hemen aşağı koşup ilk Çiçekçiye gidip Eşime bir Buket çiçek aldım, üzerinde ki Karta da'''seni her Sabah hayatımın sonuna kadar taşıyacağım'''' .
 
Eve vardığımda yüzümü bir gülümseme kapladı, elimde Çiçeklerle yatak odasına gittim ve Eşimi yatağın üstünde Ölü buldum. Eşim aylardır Kanser ile savaşıyordu ve ben Tuğba ile ilgilenmekten bunu fark etmemiştim. Fazla yaşamayacağını bildiği için, beni Oğlumun bana negatif tutumundan korumaya çalışmıştı . En azından Oğlumun gözünde iyi bir Eş olarak kalmamı istemişti.

O öyle yaptı ama ben yanlış yapmıştım!

---------------------------------------------------------------------

İlişkide ki küçük şeylerdir önemli olan. Villalar, arabalar çok paralar değil . Bunlar hayatı kolaylaştırır ama asla Mutluluğun temeli olamazlar.

İlişkine zaman ayır ve ilişkinin güven ve huzur anlamına gelecek şeylere meşgul ol.

Mutlu bir beraberlik yaşa.

26 Haziran 2012 Salı

YAPACAK BİR ŞEY YOK HOŞÇAKAL


Yıllar önce üniversite çağlarında tanışmışlardı. Birbirlerinin ilk aşkları olmadığı kesindi fakat adam gibi, gerçek gibi, bağlılıkla ilk flörtleriydi. Aralarında bir tutku yoktu, aşk da yoktu ama sevgi denilen duygu çok güçlüydü. Bu her hallerinden belliydi. Kızın arkadaşları öyle kıskanıyorlardı ki erkekten kendilerine de istiyorlardı. Bu kızın çok hoşuna gidiyordu. Açıkça belli etmese de hala bazı şeylerin eksik olduğunu hissediyordu.O zamanlarda biri birini sevdi mi sevmedi mi yaptıklarından, konuşmalarından hatta bakışlarından belli olurdu. Erkek bunu daha fazla yapıyordu. Çünkü o daha fazla seviyordu. Onca acımasızca geçen yılların ardından bulduğu bu dala sıkıca sarılmak istiyordu.


Düzen içerisinde geçen her ilişki gibi bu ilişkide belli bir zaman sonra evlilikle sonlanacaktı bu apaçık belliydi. Ve öyle de oldu. Kızın isteksizliği, beğenmezliği ve ailelerin ve akrabaların olsun da nasıl olursa olsun edasıyla katılımları sanki mecburiyet havası veriyordu. İkisininde kafasında düğün günü “bu doğru evlilik mi tam emin değilim” cümlesi yiyip bitiriyordu. İşte tam bu yüzden herkes eğlenirken kız ve erkek düğünden bir şey anlamamışlardı. Sanki biraz aceleye gelmişti.


Oysa ki herşey çok güzel gidiyordu. Kızın yüzünde düğün boyunca, içinde tuhaf bir hüzün barından garip bir mutluluk vardı. Dört yıl öncesi, yedi yıl da evlilik toplam on bir yılı buldular beraberce. Zaman zaman tartışmalar, kavgalar, küslükler oldu. Hem ayrı ayrı, hem de birlikte çok sorunlar yaşadılar.

Ve bu onbir yılın sonunda ikisi de öyle farklı yönlere döndüler ki, bunu fark etmemek imkansızdı. Herkes farkedebiliyordu. E tabi kendileri de bunu biliyordu ama ikisi de birbirine söylemeye cesaret edemiyordu. Çünkü tüm planları birlikte bir ömür harcamak üzerine yapılmıştı. Şimdi sıfırdan başlamak mı korkutuyordu acaba. Bu yüzden mi cesaret edemiyorlardı. Birlikte farklı hayatlar mı yaşamak daha kolaydı yoksa ayrılmak mı?


Erkek huzuru o kızda bulamıyordu. Kız da aşkı o erkekte bulamıyordu. Erkek iyice evine bağlanmak, düzenli bir aile hayatı yaşamak, evinde güzel yemekler yemek, çocuklar büyütmek istiyordu. Kız ise kendini sokaklara atmak, dileğince gezmek, alışveriş yapmak biraz dağıtmak istiyordu. İkisi içinde iyi ya da kötü sonuç yoktu. Doğru ya da yanlış da yoktu. 


Otuzlu yaşlara gelinmişti. Kızda, erkekte başka başka yolların yolcusu olmak istiyordu. Erkek yıllarca kızı düzeltmeye çalıştı. Çırpındı durdu. Kız ise uzaklaştıkça uzaklaşıyordu. Bir yaz tatilinde kız, tek başına tatile çıktı. Güldü, eğlendi, yüzdü, yedi, içti. Gönlünce vakit geçirdi. Tam istediği gibi. Kendini bol bol özgür hissetti. Sonrada eve döndü. Döndüğünde evde kimseyi göremedi. Ev bomboştu. 


O anda nefesi kesildi, öylece kaldı. Bitmeliydi bu evlilik ama kendi gidermiş gibi geliyordu hep. Ne de olsa daha çok seven erkekmiş gibi gözüküyordu. O gidemezdi diye düşünüyordu. Bırakamazdı. Çünkü daha çok seven oydu. 


Galiba daha asil davranabilen de erkek oldu. Severken gidebildi. Sadece bir not bıraktı. “Hala seviyorum ama yapacak bir şey yok, hoşça kal…” Kız notu okudu ve o an delirip “kal” diye telefon üstüne telefon açtı. Fakat erkek kalmadı.…Bazen gitmek gerekir dedi. Kız ne diyeceğini bilemedi. "Ama sen beni seviyorsun" dedi. Erkek bunun üzerine; "Sevsen de gitmek gerekir". 


Evet doğruydu erkeğin yaptığı ve dedikleri. Seviyor olsan bile karşılığını görmüyorsan, mutsuzsan ve mutsuz ediyorsan gitmek gerekir. İşte o zaman geldiğinde sessizce gitmeli. Saygıyı yitirmeden… Yaşananları kirletmeden… Ki dönüp baktığında biraz gülümseyerek biraz da gözün dolarak hatırlayabilesin geçmişi.

BAŞARACAĞIMA İNANIYORUM

Her şeyde olduğu gibi blog yazarlığında da kendime düşük not veriyorum. Neden mi? Çünkü bu da diğer işlerim gibi yarım kaldı. Ama artık buna dur demenin de zamanı geldi geçiyor bile. Her şeye yeniden başlama kararı aldım, sıfırdan, tertemiz sayfa, yeni hayaller yeni hedefler, yeni insanlar, yeni yollar, yeni yarınlar, yeni işler, yeni metotlar, bu yeni dünyamda bana yol arkadaşlığı etmek için buradan ayrılmayın. Teknoloji o kadar ilerledi ki  her yerden yazabiliyor insan artık. E tabi en önemlisi bunu sürdürmek.

Hayallerin efendisi olarak yaklaşık bir yıldır yazmadım. Nedenini her ne kadar yukarıda açıkladığım sebeplere dayandırsam da özünde yatan şey sizlere ve başta kendime "hayal yolculuğunda neler yapılmalı" ve "hayal nasıl gerçekleşir, dua nasıl kabul olur" sorularına deneyerek ve uygulayarak cevaplar bulmaktı. aynı zamanda da bunun yöntemleri üzerine daha çok araştırma yaptım. Benim gibi düşünen ve düşünmeyen kişilerle görüştüm. Ve önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi görüştüğüm yüzlerce kişi olsun, okuduğum kitaplar ve makaleler olsun hepsinin ortak verdiği cevap "inanmak" oldu.

İnansan da olmuyor diyorlar ya hiç de öyle değil. Ya inanmanın ne olduğunu şaşırır oldunuz ya da yeterli enerji ve güvenle inanmıyorsunuz. Bunun başka bir nedeni yok inanın bana. Bu tıpkı bir çiçeğe yeterli suyu, güneşi, ilgiyi verememek gibi bir şey. Çiçek nasıl olsa büyür diye bir düşüce, işi oluruna bırakmaktır. İşte bizlerde işlerimizde, hayallerimizde, hatta hatta hayatımızda çok şey istiyoruz ama hep işi oluruna bırakıyoruz. Hiç peşinden koşmuyoruz, hiç sorgulamıyoruz ve hiç mi hiç olacağına inanmıyoruz.

Bir film izlerken, dergileri karıştırırken hep imreniyoruz. Belki hayal de ediyoruz ama iç sesimiz "ohoohhooo nerde canım bende o şans" diyor ve bütün enerjiyi yok ediyoruz. İşte yaptığımız en büyük hata bu.

Birileri elbette isteklerimize, düşüncelerimize karşı çıkacak. Birileri elbette yapmak istediklerimize inanmayacak. Birileri elbette tüm bunlara engel olmaya çalışacak. Bizim yapmamız gereken BBRBİ düsturudur. Yani Bütün Bunlara Rağmen Başaracağıma İnanıyorum.........