26 Haziran 2012 Salı

YAPACAK BİR ŞEY YOK HOŞÇAKAL


Yıllar önce üniversite çağlarında tanışmışlardı. Birbirlerinin ilk aşkları olmadığı kesindi fakat adam gibi, gerçek gibi, bağlılıkla ilk flörtleriydi. Aralarında bir tutku yoktu, aşk da yoktu ama sevgi denilen duygu çok güçlüydü. Bu her hallerinden belliydi. Kızın arkadaşları öyle kıskanıyorlardı ki erkekten kendilerine de istiyorlardı. Bu kızın çok hoşuna gidiyordu. Açıkça belli etmese de hala bazı şeylerin eksik olduğunu hissediyordu.O zamanlarda biri birini sevdi mi sevmedi mi yaptıklarından, konuşmalarından hatta bakışlarından belli olurdu. Erkek bunu daha fazla yapıyordu. Çünkü o daha fazla seviyordu. Onca acımasızca geçen yılların ardından bulduğu bu dala sıkıca sarılmak istiyordu.


Düzen içerisinde geçen her ilişki gibi bu ilişkide belli bir zaman sonra evlilikle sonlanacaktı bu apaçık belliydi. Ve öyle de oldu. Kızın isteksizliği, beğenmezliği ve ailelerin ve akrabaların olsun da nasıl olursa olsun edasıyla katılımları sanki mecburiyet havası veriyordu. İkisininde kafasında düğün günü “bu doğru evlilik mi tam emin değilim” cümlesi yiyip bitiriyordu. İşte tam bu yüzden herkes eğlenirken kız ve erkek düğünden bir şey anlamamışlardı. Sanki biraz aceleye gelmişti.


Oysa ki herşey çok güzel gidiyordu. Kızın yüzünde düğün boyunca, içinde tuhaf bir hüzün barından garip bir mutluluk vardı. Dört yıl öncesi, yedi yıl da evlilik toplam on bir yılı buldular beraberce. Zaman zaman tartışmalar, kavgalar, küslükler oldu. Hem ayrı ayrı, hem de birlikte çok sorunlar yaşadılar.

Ve bu onbir yılın sonunda ikisi de öyle farklı yönlere döndüler ki, bunu fark etmemek imkansızdı. Herkes farkedebiliyordu. E tabi kendileri de bunu biliyordu ama ikisi de birbirine söylemeye cesaret edemiyordu. Çünkü tüm planları birlikte bir ömür harcamak üzerine yapılmıştı. Şimdi sıfırdan başlamak mı korkutuyordu acaba. Bu yüzden mi cesaret edemiyorlardı. Birlikte farklı hayatlar mı yaşamak daha kolaydı yoksa ayrılmak mı?


Erkek huzuru o kızda bulamıyordu. Kız da aşkı o erkekte bulamıyordu. Erkek iyice evine bağlanmak, düzenli bir aile hayatı yaşamak, evinde güzel yemekler yemek, çocuklar büyütmek istiyordu. Kız ise kendini sokaklara atmak, dileğince gezmek, alışveriş yapmak biraz dağıtmak istiyordu. İkisi içinde iyi ya da kötü sonuç yoktu. Doğru ya da yanlış da yoktu. 


Otuzlu yaşlara gelinmişti. Kızda, erkekte başka başka yolların yolcusu olmak istiyordu. Erkek yıllarca kızı düzeltmeye çalıştı. Çırpındı durdu. Kız ise uzaklaştıkça uzaklaşıyordu. Bir yaz tatilinde kız, tek başına tatile çıktı. Güldü, eğlendi, yüzdü, yedi, içti. Gönlünce vakit geçirdi. Tam istediği gibi. Kendini bol bol özgür hissetti. Sonrada eve döndü. Döndüğünde evde kimseyi göremedi. Ev bomboştu. 


O anda nefesi kesildi, öylece kaldı. Bitmeliydi bu evlilik ama kendi gidermiş gibi geliyordu hep. Ne de olsa daha çok seven erkekmiş gibi gözüküyordu. O gidemezdi diye düşünüyordu. Bırakamazdı. Çünkü daha çok seven oydu. 


Galiba daha asil davranabilen de erkek oldu. Severken gidebildi. Sadece bir not bıraktı. “Hala seviyorum ama yapacak bir şey yok, hoşça kal…” Kız notu okudu ve o an delirip “kal” diye telefon üstüne telefon açtı. Fakat erkek kalmadı.…Bazen gitmek gerekir dedi. Kız ne diyeceğini bilemedi. "Ama sen beni seviyorsun" dedi. Erkek bunun üzerine; "Sevsen de gitmek gerekir". 


Evet doğruydu erkeğin yaptığı ve dedikleri. Seviyor olsan bile karşılığını görmüyorsan, mutsuzsan ve mutsuz ediyorsan gitmek gerekir. İşte o zaman geldiğinde sessizce gitmeli. Saygıyı yitirmeden… Yaşananları kirletmeden… Ki dönüp baktığında biraz gülümseyerek biraz da gözün dolarak hatırlayabilesin geçmişi.

1 yorum: