14 Mayıs 2013 Salı

HERKESİN BİR KIYMET BİLENİ VAR


Karşılıklı yazılmış mektuplar, oyuncak ayı, müzik kutusu ve bir demet çiçek. Hikayelerin sonunda hep yalnız kalmışlardı. Ne oldu bunlara, neden ucu açık kaldı diye soranlar oldu. Onunda bir hikayesi var. Buyrun;

Loş bir ışıkta sokaktan aşağıya doğru inen merdivenlerden ilerledi. Fazla değil birkaç basamak sonra evine gelecekti. Şehrin ücra bir köşesinde çevresindekilerin içini merak ettiği bir yerdeydi yıkılmaya yakın tek katlı ev. Oysa kaç deprem görmüştü o duvarlar. Bütün o sarsıntılardan sadece birkaç çatlak kalmıştı geriye. Kimse o çatlakları tamir etmemişti. Kimse eskiyen boyayı yenilememiş, kırılan camları değiştirmemişti. Sokağın altındaydı, insanların, evlerin kısaca her şeyin altındaydı.


Mavi renkli ahşap kapısını açarken derin bir nefes aldı. Kapı açıldıktan sonra ayakkabılarını dışarıda bıraktı. Onları içeriye almasına gerek yoktu. Biliyordu kimsenin almaya tenezür etmeyeceğini. Karanlıkta biraz ilerledikten sonra el yordamıyla bulduğu düğmelere bastı ve koridor aydınlandı. Portmantonun yanından geçerken giydiği eski püskü kabanı çıkardı. Bu esnada eve sinmiş olan eski kokusu genzini yakmaya başlamıştı ama umursamadı onu.

Her yanı fotoğraflarla kaplı koridorda ilerlerken oldukça yavaştı ve etrafına bakıyordu. Önce mutfağa girip bir bardak su içti. Ardından biraz daha ilerledi ve sağındaki ikinci kapıdan içeriye girdi. Uzun zaman öncesine ait mobilyaların bulunduğu bir salondaydı. Mobilyaların kimisi eskimiş, kimisi ise yırtılmıştı.

Tekli koltuğun yanına geldiğinde bir masa çekti kendine. Koltuğa oturduğunda çantasını masanın üzerine koydu ve içindekileri çıkarmaya başladı. Çantanın içindeki her şey çıktığında ise onları incelemeye başladı. Müzik kutusu tamir olabilirdi, çiçekler çok güzel kokuyordu, oyuncak ayı yatağının yanında güzel duracaktı ve mektupları okumak için can atıyordu.

İlk mektubu okuduğu zaman gülümsedi. Bu erkeğin mektubu olmalıydı. Diğer mektuba geçmeden önce oyuncak ayıyı geçici bir süreliğine vitrine müzik kutusunu ise sehpalardan birine koydu. Çiçekleri de cam bir vazoya koyduktan sonra koltuğuna geçti ve okumaya başladı.

“bu kadar kötü bir mektup olamaz” dedi kızgın bir sesle “ayrılıklar bu kadar kolay olamaz.”Öfkeden dişlerini sıkıyordu ve mektubu önce ikiye ardından dörde ve en son sekizi böldü. Yırtılmış parçaları yere attıktan sonra beyaz bir kağıt aldı ve yazmaya başladı.

“sevgilim bilmiyorum bu sana yazdığım kaçıncı mektup. Bilmiyorum duygularımı anlatabilmek için kaç tane daha yazmalıyım. Sonuçta zor benim için. Sana sarılıp gözlerinin içine baktığımda veya dudaklarında gezindiğimde hissettiklerimi anlatmalıyım. Bana aldığın müzik kutusu çalıyor şu anda. Geçen gün verdiğin çiçekler hala masamda, hala güzel kokuyorlar. Mektubu yazamayacağımı düşündüğüm sıralar geçen sevgililer gününde aldığın oyuncak ayıyı seviyorum. Bana güç veriyor o, hepsi bana güç veriyor.
Bazı zor anlar yaşıyoruz. Bazen kavga ediyoruz, bazen sesimiz yükseliyor ama ben bize dair umutlarımızı hiç kaybetmedim. Hep düzeleceğimizi, eskisi gibi olacağımıza inandım ben. Hiçbir zaman umutsuzluğa düşmedim. Bir şekilde tekrar eskisi gibi olacağımızı biliyorum. Buraya kötü şeyler yazmak istemiyorum. Asılda seni çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Bilmiyorum sen neler yazıyorsun ama inan hiç önemi yok çünkü seni çok seviyorum. Bunu unutma lütfen” yazdıktan sonra sayfayı katladı beyaz bir zarfın içine koydu. Ardından üstüne “sana” yazdı ve öpücüğüyle mühürledi. Gözlerini kapattı ve hayaller ülkesine geri döndü. Hep ait olduğu yerde yaşamaya başladı.

Hep yapardı bunu. Önce insanların hatıralarını toplar ve ardından kendinde birleştirirdi. Kendine alternatif hayatlar yaratırdı aşık olduğu tek adam daha ona açılamadan trafik kazasında hayatını kaybettikten sonra. Onlu hayatlar kurgulardı ve hepsi mutlu sonla biterdi. Topladıklarını bunun için kullanırdı. Bu şekilde kimi zaman kavga eder kimi zaman hiç durmadan sevişirlerdi. Hayalleri onun tek gerçeğiydi artık o diye yastığına sarıldığında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder